Değerli düşünür dostlarım,
Ülkemizde uzun zamandır endişe ile izlediğim ve tarihimizde hiç olmadığı kadar marjinal sınırları zorlayan düzeyde bir toplumsal ayrışma,kamplaşma ve birbirimizden uzaklaşma hali hüküm sürmektedir. Bu duruma ilişkin sosyolojik analizler var tabiatı ile ve ayrışmanın siyasi,etnik, ekonomik özgürlük ve inanç temelinde yoğunlaştığı ifade ediliyor. Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul etmek ve ayni ülkü etrafında birleşebilmek, vatandaşlık ortak paydasında buluşmak ve bu toprakları ortak Yurdumuz bilmek çok değerli ve bu da ancak Cumhuriyetin faziletlerinden ve nimetlerinden taviz vermeden demokratik bir sosyal düzen içinde bir arada yaşayabilmeyi becerebilmekle mümkün olabilir.
İşte mesele de tam burada yani Bir Arada Yaşayabilmeyi Becerebilmekte düğümleniyor. Anadolu kültürümüzde bir laf vardır. Hayatımızdan kolayca çıkartamayacağımız, yok sayamayacağımız kişileri sevsek te sevmesek te katlanmak zorundayızdır (Ne yapalım Atamazsın satamazsın) deriz.
Madem ki birbirimizden vaz geçmek, birbirimize ya sev ya terk et diyebilmek imkanımız ve hakkımız yok o halde neden bu hayatı zorlaştırmak yerine daha huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamaya gayret etmeyelim.
İnsan hak ve hürriyetleri kapsamında ilk ve en önemli olanı yaşama hakkı dır.
Diğer tüm sosyal-kültürel haklar yaşama hakkı elde edildikten sonra bir mana ifade edebilir. Trafik kazasında ağır yaralanan ve acil servise getirilen bir hastaya ilk müdahaleyi yapan doktorlar hastayı yaşatmaya çalışırlar,hayati fonksiyonlarını idame edebilmesi için gereken tedaviyi uygularlar, hastanın deforme olmuş estetik görünümü ile hiç ilgilenmezler. Aksi takdirde estetik müdahale edelim derken hastayı kaybederler. Bizim toplumsal konjonktürümüz de biraz bu durumda öncelikle birbirimizin yaşama hakkına saygılı olmayı öğrenmek zorundayız.
Bu cümleden olarak farklı hayat tarzlarına,düşüncelere,taleplere ve tercihlere sahip paydaşların birbirlerine tahammül etme kültürlerini geliştirmeleri zarureti vardır.
Türkiye’nin onlarca yıldır insan kaynaklarını,enerjisini,huzurunu ve ekonomik zenginliklerini eriten terör belasından kurtulması ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Şiddet asla kalıcı çözüm getirmez ve daima statükoyu tırmandırır, diyalog yolu ile uzlaşı olasılıklarını tüketir.
Kıymetli düşünürler, öncelikle terör ve şiddeti sonlandırmak için gerekli koşulları ve siyasi/güvenlik ortamını oluşturmak ve müteakiben diğer tüm sorunları hiç bir ön kabül ve sansür olmaksızın müzakere edebilmek müşterek bekamız için şarttır.
Bu güne kadar ne yaptıysak bir türlü başaramadık ve bu bela halen canımızı yakmaya devam ediyor. Erkek egemen yönetimler kapsamında geçen 30 yıl süre zarfında gerek siyasiler gerek askerler ve emniyet/güvenlik mensupları ve gerekse kanaat önderleri,akil adamlar bir türlü kronikleşen ayrışma sorunlarımızı ve çekişmelerimizi ortak menfaatlere dönüştüremediler.
Şimdi artık yazımın başlığındaki gizli gücü devreye sokmanın zamanıdır. Bu gizli güç Kadınlarımız dır. Hangi sosyal sınıftan, etnik kökenden ve inançtan olurlarsa olsunlar bu ülkenin tüm asil anaları,kadınları, genç kızları birbirlerini daha iyi anlayacak şekilde bir dayanışma içine girmeliler. Allah vergisi sezgilerini, şefkatlerini ve dirayetlerini kullanarak kendi yakın çevrelerinden başlayıp kısa zamanda tüm yurdumuza yayılacak bir sinerjiyi, yakınlaştırıcı/birleştirici iklimi yaratmalıdırlar.
Sivil toplum kuruluşları ve medya bu ulusal kurtuluş dayanışmasına destek olmalı ve farklı gurupların en azından paydaş olabilmelerine zemin hazırlamalılar.
Bu sosyal refleks giderek yoğunlaşan bir biçimde dalga dalga toplumun genelini etkisi altına alacak, doğaları gereği egolarının etkisinde kalan biz erkekleri de yeniden düşünmeye ve onurlu kalıcı çözümler için sıkılı yumruklarını açıp muhataplarına el uzatmaya teşvik edecektir. Haydi benim güzel ülkemin sultanları,hanım ağaları vatan şimdi sizden görev bekliyor .
Gelin, birbirinize benzemeyen yönlerinizi bir kenara bırakın, minimum insani ortak ihtiyaçlarınızın çatısı altında hep bir olun ve çürütün o Elinin hamuru ile erkek işine karışma deyişini. Türkiye’nin kaynaklarını ve üretim gücünü daha müreffeh bir yaşam için kullanabilmesinin önünü açın ve bu zaferin gururu da sizlere helal olsun.
Saygılarımla