Değerli Düşünür Dostlarım,
Sayın Cumhurbaşkanının , ülkemizdeki doğurganlık oranının yükselmesi gerektiğine dair teşvik edici gayretleri malumlarınızdır. Nüfusumuzun mütemadiyen artması için CB nın ısrarla en az üç, hatta dört çocuk tavsiyesinde bulunmasına rağmen nüfus artış hızımızda henüz kayda değer bir yükselme görülmemiştir. Bu yüzden CB Erdoğan diğer bir çok konuda olduğu gibi bu konuyu da yabancı kaynak ithalatı yolu ile halletmek istemiş ve Kilis'te bir iftar yemeğinde yaptığı konuşmasında ülkemizde yaşayan Suriye'lilere vatandaşlık verileceğini açıklamıştır.
Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde halen 2 milyon 750 bin Suriyeli kayıtlı olarak yaşıyormuş. Kayıt dışı olanlarla birlikte bu sayının 4 milyonu geçtiği tahmin ediliyormuş. Türkiye'nin Cenevre Konvansiyonu'nu coğrafi çekince ile uygulaması, yani sadece Avrupa ülkelerinden gelenlere “mülteci” hakkı vermesi nedeniyle, Türkiye'de kayıtlı olarak yaşayan Suriyeliler “mülteci” statüsüne sahip değilmiş. Suriyeliler, 22 Ekim 2014'te çıkarılan bir yönetmelikle “geçici koruma” altına alınmış ve Suriyeliler bu şekilde sosyal hizmetlerden faydalanma ve çalışma olanağına sahip olmuşlar.
Sevgili Okurlar,
Yasaya göre, Türk vatandaşlığı kazanmak isteyen yabancılarda aranan koşullar aşağıda bilgilerinize sunulmuştur.
“Kendi millî kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak,
Başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye'de kesintisiz beş yıl ikamet etmek,
Türkiye'de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmek,
Genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmamak,
İyi ahlak sahibi olmak,
Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek,
Türkiye'de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak gelire veya mesleğe sahip olmak,
Milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak”
Umarım ve dilerim İç İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT gibi devlet kurumlarında bizim açık kaynaklardan ulaşamadığımız bilgiler mevcuttur. Yaklaşık dört milyon Suriyeli'nin kaçının yıkarıda belirtilen vatandaşlık hakkı kazanmaya uygun olduğunu,
mesleki tecrübelerini, eğitim düzeylerini, adli sicillerini, sağlık durumlarını yeterince biliyorlardır. Aksi takdirde sırf siyasi çıkar hesapları ile ve ilave oy kaynağı yaratmak adına teröristini de, hırsızını da, uğursuzunu da, cahilini de, katilini de, fahişesini de, hastalıklı olanını da vatandaşlık hakkından yararlandırmak kaçınılmaz olur. Bu da milli menfaatlerimiz açısından çok büyük tehlikeleri doğurur.
Değerli Okurlar,
Bildiğiniz gibi bir ülkenin milli güç unsurları değerlendirilirken demografik yapısı çok büyük önem arz etmektedir. Demografik zenginlik, belli bir coğrafyada bir arada yaşayan insanların sayısı ile salt nicelik açısından ölçülemez ayni zamanda bu nüfusu oluşturan insanların yaş dağılımına,eğitim düzeylerine, refah seviyelerine, ürettikleri değerlere, sağladıkları katkılara bakılır.
Nitelikli nüfus ; eğitimli, yaratıcı, katılımcı, araştıran, düşünebilen, sorgulayabilen ve muhakeme edebilen, çağdaş teknolojileri en azından kullanabilen/mümkünse üretebilen, gerek sosyolojik ve gerekse ekonomik anlamda küresel gerçekleri doğru okuyabilen yetişmiş insan sayısıdır .
Sevgili okurlar,
Nitelikli nüfus yaratmanın , biyolojik girişimlerin! çok ötesinde maddi ve manevi maliyeti vardır. Her şeyden önce zaman, emek, fikri ve fiziki yorgunluklara karşı mukavemet/dirayet gibi manevi olanların yanısıra çok ciddi oranlarda maddi kaynakların temini ve tüketimi gerekir. Nüfus artışı ile kalkınma hızları birbirleri ile ters orantılıdır. Dünyada hiç bir ülke yoktur ki bir yandan çok yüksek bir nüfus artış hızına öte yandan yükselen bir refah seviyesine sahip olsun.
Değerli düşünürler
Türkiye’de doğurganlık oranlarının durumunu açıklayan bilimsel raporlara erişmek mümkündür. Bahse konu raporlar incelendiğinde uzun vadede ülke nüfusunun önce yaşlanması ve bilahare azalmasının beklendiği görülecektir. Bu oran artmadığı sürece Türkiye’nin asla yüz milyon nüfuslu bir ülke olamayacağı, en fazla 90 milyon civarında nüfusumuzun dengeleneceği düşünülmektedir.
Nüfusumuzun artması nicelik yönünden mümkün olabilir ancak kaynaklar ve olanaklar-fırsatlar artmadan yükselen nüfus kesinlikle refah düzeyini düşürecek ve milli gücümüzü gerçek anlamda arttırmayacaktır.
Okur yazar, meslek ve iş sahibi, mal-hizmet üretimine katılan insan sayımızın en düşük olduğu, etnisite ve terör sorunlarımızın ise en yoğun olduğu bölgelerde en yüksek oranlı nüfus artış hızının belirlenmesinin milli bütünlüğümüz, ulusça kalkınmamız ve çağdaş uygarlık düzeyine erişmemiz açısından dikkatle düşünülmesi, hatta kaygı duyulması gereken bir sosyolojik zaaf olduğu kanaatindeyim.
Netice olarak değerli düşünürler, doğurduğu çocukların nitelikli nüfusa katılıp katılamayacağına dair bir kaygısı-derdi olmayan kırsal kökenli kadınlarımız çok çocuk sahibi olmaktan çekinmezken, eğitimli-kentli kadınlarımız gerçekten iyi bakabileceklerine, layiki ile yetiştirebileceklerine inandıkları kadar çocuk sahibi olmayı tercih etmektedirler. Tekrar vurgulamak isterim ki ; Hangi sosyal sınıftan, etnik tabandan ve coğrafyadan olurlarsa olsunlar az doğuranı da çok doğuranı da tüm anneler kutsaldır, saygıdeğerdir ve elleri öpülesidir .
Ancak bu günün ekonomik gerçekleri dikkate alındığında doğan bir bebeğin ileride ülkemizin nitelikli nüfusuna katılabilecek özelliklere ve yeteneklere sahip olabilmesi için ortalama 21 yıl gibi uzun bir zamana yayılan maddi ve manevi manada ebeveyn ve devlet desteğine ihtiyaç vardır.
Netice olarak bizim görüşümüz ve inancımız şu yöndedir ; 3-4 milyon Suriyeliye vatandaşlık verilirse nüfusumuz aniden nicelik olarak sıçrayabilir, belki daha kalabalıklaşırız ama asla daha güçlü , daha demokrat, daha özgür ve daha müreffeh bir ülke olamayız. Tam tersine bu durum aşağıda belirtilen tehlikeleri, yönetilemeyen riskleri doğurur ve besler.
a. Sosyal antropolojik gen ve sağlık haritamız bozulabilir,
b. Demografik yapımız dejenere olabilir,
c. Anadilimiz yozlaşabilir, yıpranabilir,
d. Asayiş dengelerimiz olumsuz yönde etkilenebilir,
e. Emek-Sermaye ilişkisindeki hassas dengeler bozulabilir.
Bu tespitlerimiz ve ikazlarımız duyarsız, ilgisiz ve bilgisiz kitlelerin umurunda olmayabilir ama bu çok ciddi tehlikeyi halka anlatmak başta muhalefet partileri olmak üzere STK ların, akademi dünyasının , kanaat önderlerinin , medyanın sorumluluğu ve vazifesidir. Medyanın kuşatılmışlığı ve uygulanan baskılar nedeniyle yılgınlığı malumlarınızdır. Dolayısı ile gerçekleri sabırla ve inatla , her fırsatta birey bazında anlatmak ve zamanla tabana yayılmış geniş kitlelere ulaşarak farkındalık yaratmaya çalışmak şarttır.
Saygılarımla
Serdar Durat
Stratejist
07.07.2016